ey can!..
biz nasıl istersek hayat bize onu sunar...


1 Eylül 2013 Pazar

Eylül Hüznünde Bir Aşk

“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpâre geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında” A. H. Tanpınar 


Öyle bir an gelir ki,
Yaşadığınız evrenden soyut,
Henüz keşfedilmemiş bir gezegendeymişsiniz gibi,
-yerçekiminin olmadığı üstelik-
Zamanın ruhunu salt kendi bedeninizde taşıyormuşçasına içinizdeki hükümdar
coşkusundan egemen olmak istersiniz kâinatın evrelerinden geçen her canlıya
hatta cansıza…
İçselleştirdiğiniz ütopik bir dünyadan.
Henüz bilmediğiniz şairane yanınızla sonsuzluğa açılan kapılardan sevginin
bilinmeyen sırlarına ulaşırsınız.
Fuzuli’den, Hayali’den, Baki’den, Nedim’den…
Şairlerin olduğu yerde dil susar gönüllere akar beyitler.
Duygularınız, kuralsızlığın ellerinde hüküm sürmekte.
Tarihin sararmış yapraklarına doğru başlayan yolculuğunuz Kerbela’dan, belki
Roma’dan, belki de Vatikan’dan kesitler sunacak,
Fırtına öncesi sessizliğindeki Tuna’nın ihtişamına tanık edecektir sizi.
İstanbul kıyılarına vuran bir sevdanın vuslat ve ayrılığının,
Elem ve hüznünün,
Murassa bir hançerin kabzasında saklanan “sır” rına erdiğinizde ise;

“Ve şimdi kim bilebilir neler olacağını
Babil uyandığı zaman”…

******
“..........kadim zamanlardan bu yana yaşanmış ve yaşanacak bir düşünce
ile eylemin karışımıydı – siz buna hayal ile gerçeğin, yahut edebiyat ile
tarihin de diyebilirsiniz- ve bundan heyecanlı bir serüven çıkartabilmek
zor görünüyordu.”

Öyle de olsa,
Fuzuli’ye ilham veren aşkın derinliklerinde dolaşırken,
Hayatın bütün renklerini görür, nağmelerini dinler, bütün ışıklarını toplar
taşırsınız bağrınızda.
“Aşkı bilen biri için yedi gerçek sır” ra ulaşmak için.
Ve “Eğer aşkı yaşamak öğrenmek istersen önce elemi yaşamalısın.”
Antik çağlardan kalma, antik mezarlardan sızan bir ışığın,
Sevinç içinde büyüyen bir acının şehre dökülen güneşin son ışıkları ile
buluşması sanki.
Ve sanki,
Tarihe ad bırakmış bir aşkın sayfalarını Dicle’nin serin yamaçlarına
doğru çevirmek,
Güz rüzgârlarında…

“Kârbân-ı tecridiz hatar havfın çekip
Gâh Mecnun gâh ben devr ile nevbet bekleriz”

( Mecnun ile ben soyutlanmışlık yolunun kervanıyız. Yolkesiciler kervanımıza
saldırıp da tekilliğimizi bozmasınlar diye bazen o, bazen de ben sıra ile şu
dünyanın aşk nöbetini tutuyoruz.)

Fuzuli’nin dizelerinden Lotus kokularla süzülen yirmi üç bin yıllık gizemin,
Kays’ın,
-Leyla’nın koyduğu ad-
Bir aşkın adı yazılıyordu yeniden.

Ve Leyla…
“.............ah bir bilseniz, yıldızlı çöl gecelerinde Leyla’nın türkülerini
dinlemek… Onun nefesinden özümsediğim kavurucu rüzgârın sesi kulaklarımdan
kalbime bir bengisu gibi akıyordu.”

Ve gizli bir filigran olur bağrınızda Kays adı.
Aşk,
Şiir olur,
Musiki olur, taşınır saraylara.
Dize dize akar, dillerden gönüllere,
Çöl kızı Leyla ile Kays’ ın öyküsü.
Binlerce kez güneş doğar üzerlerinden.
Ve İştar’ın,
Bütün ihtişamıyla parladığı gece,
Aşk yeniden yazılır, başka gönüllerde.

Zaman,
Milattan önce. 

Belki de sonra.
***********
İskender Pala’nın ” Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” romanından esinle.

ferda balkaya çetin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...